Yusuf Kızılgül | Söz Meclisten İçeri

0
426

Dağ tepesinde bir çam olamazsan,
Vadide bir çalı ol.
Ama dere kenarındaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.
Çalı olamazsan bir avuç ot ol.
Bir yola neşe ver.
Bir nilüfer olamazsan bir saz ol.
Ama gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.
Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya da mecburuz.
Burada hepimiz için birer iş var.
Cadde olamazsan, sokak ol.
Kazanmak ya da kaybetmek ölçü değildir
Her ne isen onun en iyisi sen ol…

Ralph Waldo Emerson (En İyisi Sen Ol!)

Dediği gibi şairin bir “düşün” ile başladı her şey… Dünya’nın en eski sporu derler düşünmeğe. En ilkel duygusu ise yaşamak! Var olmak! Hayatta kalma güdüsü… Sonlu yaşam serüvenimizde sonsuz insanlık, her adımda kedini bir adım aşarak “daha iyiye daha güzele ulaşmak isteği” tartışılır belki ama biz istesekte istemesekte zaman, bir ters bir düz örecek tarih kazağını. Tıpkı annemizin bize sormadan yaptığı gibi. Evet, tarih sonsuza kadar uzanacak. Biz ise zamanın elele vermiş minicik halkaları…

Uzaya çıkan astronotların yeryüzüne döndüklerinde derin bir sessizliğe ve mütevaziliğe büründükleri görülmüş hep. Bilim insanları bu durumun sebebinin, astronotların uzayın sonsuz büyüklüğü karşısında aslında bir “Hiç” olduklarını kavradıkları için diyorlar.

Hepimizin bildiği ve yaşadığı üzere, 13.8 milyar yıl önce meydana gelen büyük patlama (Bing Bang) teorisiyle başlayan evren ve uzay serüvenimiz de, aslında bir “tekillik noktası”ndan başlamamıştı mı ki zatan? Sahi küçük bir parça, küçük bir hareket nasıl olurda böylesi büyük ve muazzam şeylere sebep olabilirdi ?..

İşte bizlerde kendi yaşam serüvenimizde küçük ayrıntıların ne kadar önemli ve büyük sonuçlarının olduğunu fark ettikçe, arzu ve egolarımızda küçülüp düşün ve ideallerimizde büyüdük. Onun için şekil ve sıfatlardan sıyrılıp içerik ve öze döndük. Tüm bu düşünün sonucudur işte elinizde tutuğunuz gazetemizin ismi, cismi ve şekli!

Evet, bizler de evrene küçük bir tohum ekmek istiyoruz. İnsanların altında soluklanacağı bir söğüt gölgesi, bize bizi anlatan bir çınar olsun istiyoruz.  Dalından yiyeceğimiz dört bin yıllık bir zeytinin çekirdeği… Bir şiirin ilk mısrası, bir alfabenin ilk harfi, bir bebeğin ilk adımı, bir devrimin ilk hareketi… Denizin ilk çırpınışı, güneşin ilk ışını gibi… İşte öyle küçük başlıyoruz ve buna buradan Avcılar’dan, daha önce başladığımız ve kaldığımız yerden başlıyoruz.

Evet bizde biliyoruz bir çiçekle bahar gelmez ama her bahar bir çiçekle başlamaz mı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here